MücriM
Bir Annenin En Zor Seçimi 112
MücriM
Bir Annenin En Zor Seçimi 112
MücriM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Tut Elimden Tut Ki Edemem Sensiz Rabbim..
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
“İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.'' (Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16)
“Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir'' (Tirmizî, İlm, 14)
Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.(Müslim, Birr, 33; ‹bn Mâce, Zühd, 9;Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539.)
Bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o müslüman için birer sadakadır.(Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Müsâkât, 7, 10)

 

 Bir Annenin En Zor Seçimi

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
MücriM
Admin
MücriM


Mesaj Sayısı : 1746
Site Aktifliği : 5282
Kayıt tarihi : 24/09/08

Bir Annenin En Zor Seçimi Empty
MesajKonu: Bir Annenin En Zor Seçimi   Bir Annenin En Zor Seçimi EmptySalı Eyl. 01, 2009 8:36 pm

HAYATIMDA ilk kez Müslümanlarla tanıştığımda, rekreasyon alanında eğitim görüyordum. Ön kaydımı yaptırıp, bazı ailevî işler için Oklahoma’ya gitmiştim. Bu işler tahminimden daha uzun sürünce, okula iki hafta geç başlamış oldum...

Dersleri kaçırdığım için endişe etmiyordum. Sınıfımın, alanımın en iyisi sayılırdım. Öğrenci halimle bile, profesyonellerle yarışıp ödüller kazanıyordum.

Belki anlamakta zorlanacaksınız ama, üniversiteye devam etmeme, mükemmel bir başarı düzeyi yakalamama, birçok samimî arkadaş edinmeme rağmen, son derece utangaç biri idim. İnsanlarla tanışmada gönülsüz davranıyor, mecbur kalmadıkça, onlarla pek konuşmuyordum. Yönetim bilimi, şehir planlamacılığı, bir de çocuklar için programlama dersleri, bölümümüzün zorunlu dersleri idi. Rahatlıkla iletişim kurabildiğim yegâne insan grubu, çocuklardı.

Neyse, hikâyeme döneyim. Oklahoma’daki işimi bitirip okula döndüğümde kesin kaydımı yaptırırken, bir sürpriz beni bekliyordu. Bilgisayardan alınan çıkışta, almam gereken bir ders daha yazıyordu: tiyatro… Gerçek hayatta, insanların önünde piyes oynamamız gereken bir derse kaydolmuştum. Dehşete kapıldım. Sınıfta soru bile soramazken, insanların gözü önünde nasıl sahneye çıkıp piyes oynayacaktım?

Ertesi hafta ilk derse girdiğimde, beni yeni bir sürpriz bekliyordu. Tiyatro sınıfı, ‘Araplar’ ve ‘deve biniciler’ ile doluydu. Daha önce onlardan hiçbirini görmemiş, ama haklarında bazı şeyler duymuştum.
Pis barbarlarla dolu bu odada oturmaktan başka çarem yoktu! Oysa, bu insanlardan bazı korkunç hastalıklar kapabilirdiniz. Onların hem pis, hem de güvenilmez olduklarını herkes biliyordu.

Eşime sınıftaki Araplardan, ama o dersten vazgeçmemin de mümkün olmadığından söz ettiğimde, her zamanki sakin haliyle karşılık verdi. Bana, her zaman Tanrının herşey için bir gerekçesi olduğundan söz ettiğimi hatırlatıp, nihaî kararımı vermeden önce biraz düşünmem gerektiğini söyledi. Bana, okulun burslu öğrencisi olduğumu, bursun devamını istiyorsam genel not ortalamamı korumaya mecbur olduğumu da hatırlattı. Üç krediden mahrumiyet veya bir ‘F’ notu, burs imkânını ortadan kaldıracaktı.

Birkaç gün, bir hal çaresi göstermesi için Tanrıya dua ettim. Sonra, Tanrının beni bu zavallı cahil barbarları cehennem ateşinden kurtarmak için bu sınıfa attığına kanaat getirmiş bir halde sınıfa döndüm.

Sınıfta, onlara, eğer İsa Mesih’i ‘kurtarıcı’ları olarak kabul etmezlerse nasıl sonsuza dek cehennemde yanacaklarını izaha tevessül ettim. Bana karşı çok naziktiler, ama dinlerini değiştirmiyorlardı. Daha sonra, İsa Mesih’in onları ne kadar sevdiğini ve kendilerini günahlarından kurtarmak için nasıl çarmıhta ölmeyi göze aldığını anlattım. Bana, kalblerinin İsa’ya açık olduğunu anlatıp, yine nezaketli davrandılar, ama Hıristiyanlığa dönmeye hiç de niyetleri yoktu. Bu yüzden, onların kendi kitaplarını okuyup, İslâm’ın bâtıl bir din, Muhammed’in de bâtıl bir ilah olduğunu onlara göstermeye karara verdim.

Bu öğrencilerden biri, bana bir İngilizce Kur’ân meali ve İslâm’la ilgili başka bir kitap getirdi. Araştırmaya başladım. İhtiyaç duyduğum delilleri hemencecik bulacağımdan emindim. Kur’ân’ı ve öteki kitabı okudum. Daha sonra, onbeş kitap daha okudum. Ardından Sahih-i Müslim’i okuyup, tekrar Kur’ân’a döndüm. Onları dinime döndürmeye kararlıydım. Araştırmaya başlayalı birbuçuk yıl olmuştu.

Aynı dönemde, eşimle aramda bazı problemler çıkmaya başladı. Çok değil, ama onu rahatsız edecek kadar değişmiştim. Eskiden her Cuma ve Cumartesi akşamı bir bara veya partiye giderdik, ama artık gitmek istemiyordum. Daha sessiz ve insanlardan daha uzaktım. Eşim, bunun yaşıyor olduğum bir aşk macerasıyla ilgili olduğunu düşünüyordu; ki bu yüzden beni evden kovdu. Çocuklarımla bir apartmana taşınıp, Müslümanları Hıristiyanlığa döndürme yolundaki çabalarımı orada sürdürdüm.

Bir gün kapım çalındı. Açtığımda, beyaz, uzun elbiseli, başında kırmızı-beyaz örtüsü olan bir adam gördüm. Yanında üç adam daha vardı. İlk etapta, bu adamların evime saldırmak üzere geldiklerini düşündüm. İçlerinden başı örtülü olanı benim Müslüman olmak istediğimi anladığını söylediğinde yaşadığım şoku tasavvur edin. Ben bir Hıristiyandım. Bununla birlikte, eğer zamanı varsa, kendisine soracağım birkaç sorum olduğunu söyledim.

Adamın adı Abdulaziz eş-Şeyh idi ve zamanı da vardı. Sabırlı bir adamdı, sorduğum her soruyu benimle müzakere etti. Ne sorularımın ahmakça olduğundan söz etti, ne de bana kendimi aptalmışım gibi hissettirecek bir harekette bulundu.. Bana yalnızca tek bir İlah’ın varlığına inanıp inanmadığımı sordu. “Evet, inanıyorum” dedim. Sonra da, Hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna inanıp inanmadığımı sordu. Buna da “evet” dedim. Bunun üzerine, “Sen zaten Müslümansın” dedi.

Ben ise Hıristiyan olduğumu, sadece İslâm’ı anlamaya çalıştığımı savundum. İçimden de düşünüyordum: “Ben Müslüman olamam! Ben bir Amerikalıyım ve beyazım! Eşim buna ne der? Eğer ben Müslüman isem, eşimden boşanmak zorunda kalırım, ailem dağılır.”

Konuşmaya devam ettik. Adam, ilim irfan edinip maneviyatı kavramanın tıpkı bir merdiveni tırmanmak gibi olduğunu söyledi. Eğer bir merdiveni çıkarken birkaç basamağı atlamaya çalışırsanız düşme tehlikesi ile karşılaşırsınız, dedi. Kelime-i şahadet bu merdivenin yalnızca ilk basamağı idi.
Aynı günün ikindi vaktinde, yani 21 Mayıs 1977 günü, kelime-i şahadet getirdim.

Bununla birlikte, hâlâ daha kabullenemediğim bazı şeyler vardı. Bu yüzden, şöyle bir itirazda bulundum: “Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in de O’nun elçisi olduğuna şahadet ediyorum, ne var ki başımı hiç örtmeyeceğim ve eğer eşim ikinci bir hanımla evlenecek olursa ona gününü göstereceğim.”
Ben böyle deyince, odadaki diğer adamlardan homurtular duydum. Ne var ki, Abdulaziz onları susturdu. Daha sonraları, onun, bu iki konuyu benimle hiç münakaşa etmemelerini onlara tembihlediğini öğrendim. O benim doğru bir anlayışa geleceğimden emindi.

Gerçekten, kelime-i şahadet, manevî marifet ve Allah’a yakınlık merdiveninde sağlam bir temeldi. Ancak, benim için bu yavaş bir tırmanış olmuştu. Abdulaziz beni ziyaret etmeyi ve sorularıma cevap vermeyi sürdürdü. Her soruyu büyük bir olgunlukla ele aldı ve en ahmakça sorunun hiç sorulmayan soru olduğunu söyledi. Büyükannem de hep bunu söylerdi.

Abdulaziz, Allah’ın bizden ilim ve marifet aramamızı istediğini, soru sormanın da bunu başarmanın yollarından biri olduğunu söylüyordu. O bir hususu açıklarken, sanki bir gülün, tam açılmış bir gül haline gelinceye kadar yaprak yaprak açılışını seyreder gibi oluyordunuz. Ben bir hususta kendisiyle aynı fikirde olmadığımı söyleyip sebebini açıkladığımda, sürekli, benim de bir dereceye kadar haklı olduğumu söylüyordu. Onun bana öğrettiği şey, birşeyi daha mükemmel biçimde anlayabilmek için, ona daha derinden ve farklı yönlerden bakmamız gerektiği idi. Elhamdülillah!

Yıllar boyu, başka birçok öğretmenim oldu. Bunların her biri özel, her biri de farklı kimselerdi. Onların hepsine ve verdikleri bilgiye minnettarım. Her öğretmen benim gelişmeme ve İslâm’ı daha çok sevmeme yardım etti. Bilgim arttıkça, bendeki değişiklikler daha bir gözle görülür hale geldi. Müslüman olduğum ilk yıl içinde örtünmüştüm. Bu noktaya nasıl geldiğime dair bir fikrim yok. Artan bilgi ve anlayışımla birlikte, fıtrî bir netice olarak gelmişti bu... Zamanla dört kadınla evlilik iznini de savunur hale gelmiştim. Allah birşeye izin verdiyse, bunda muhakkak hayırlı bir yön vardı.

İlk kez İslâm’ı araştırmaya başladığımda, şahsî hayatımda ihtiyaç duyduğum ve istediğim şeyleri bulacağımı beklemiyordum. İslâm’ın hayatımı değiştireceğini tahmin etmiyordum. Hiç kimse, en sonunda İslâm sayesinde huzur, sevgi ve neşeyle dolup taşacağıma beni ikna edemezdi.

“Biz kalbini açıp ferahlatmadık mı? Ve üzerinden yükü kaldırmadık mı? O belini büken yükü? Şerefini ve itibarını yükseltmedik mi? Elbette her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır; Şüphesiz, her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır!” (bkz. Kur’ân, 94: 1-6)

İslâm’ı yeni kabul ettiğimde, onun hayatımı bu kadar çok etkileyeceğini düşünmemiştim. İslâm hayatımı sadece etkilemekle kalmadı, onu bütünüyle değiştirdi de.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://mucrim.eniyiforum.org
ikra

ikra


Rep Puanı : Yıldız
Mesaj Sayısı : 155
Site Aktifliği : 384
Kayıt tarihi : 05/08/09
Yaş : 46
Nerden : Adana

Bir Annenin En Zor Seçimi Empty
MesajKonu: Geri: Bir Annenin En Zor Seçimi   Bir Annenin En Zor Seçimi EmptyÇarş. Eyl. 02, 2009 11:15 am

ELHAMDÜLİLLAH!! müslüman olmayan insanlara rabbim inş nasip eder demek Emeğine sağlık
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Bir Annenin En Zor Seçimi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
MücriM :: Mânâ :: Dini Hikayeler-
Buraya geçin: