MücriM
İnsanın Kaderi, Elindeki veya Yüzündeki Çizgilerden Okunabilir mi? 112
MücriM
İnsanın Kaderi, Elindeki veya Yüzündeki Çizgilerden Okunabilir mi? 112
MücriM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Tut Elimden Tut Ki Edemem Sensiz Rabbim..
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
“İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.'' (Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16)
“Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir'' (Tirmizî, İlm, 14)
Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.(Müslim, Birr, 33; ‹bn Mâce, Zühd, 9;Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539.)
Bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o müslüman için birer sadakadır.(Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Müsâkât, 7, 10)

 

 İnsanın Kaderi, Elindeki veya Yüzündeki Çizgilerden Okunabilir mi?

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
aSuDe
Admin
aSuDe


Rep Puanı : uğurböcüğü
Mesaj Sayısı : 2142
Site Aktifliği : 6286
Kayıt tarihi : 24/09/08
Yaş : 39

İnsanın Kaderi, Elindeki veya Yüzündeki Çizgilerden Okunabilir mi? Empty
MesajKonu: İnsanın Kaderi, Elindeki veya Yüzündeki Çizgilerden Okunabilir mi?   İnsanın Kaderi, Elindeki veya Yüzündeki Çizgilerden Okunabilir mi? EmptyPtsi Ağus. 31, 2009 11:04 am

İnsanın Kaderi, Elindeki veya Yüzündeki Çizgilerden Okunabilir mi?


Ruh meselesiyle ciddî meşgul olan kimseler, ruhun insan dublesi veya misalî bedene sahip olmasının yanında, onun, sergüzeşt-i hayatına dair kitabeti, tayinat ve takdiratının mevcudiyetinden de haber vermektedirler. Ruhun belirli şekildeki mahiyet ve fonksiyonlarına muttalî olunduğu zaman, insanın başından geçeceklere de belirli oranda ıttılâ olunabileceği ileri sürülmektedir ki, Allah (cc) dilerse gösterir ve bildirir.

Ve yine, ilm-i kıyafetle, yani maddi yapının ifâde ettiği manâlarla uğraşanlar, elin içindeki çizgilerden, kaderin cisme çizgiler halinde aksedişinin ifâdesi olarak, kişinin başından geçecek şeyleri kısmen de olsa söyleyebilmektedirler. Yanlış anlaşılmasın, bu, gaybı bilmek demek değildir; sadece, Allah'ın (cc) cismaniyetimize yerleştirdiği işaret ve alâmetlerden istifadeyle, kişinin hayatına ait bazı yönleri bilebilme fonksiyonudur. Gaybı tam manâsıyla ancak Allah (cc) bilebilir; ve gayb, sadece bu kabil haberlerden de ibaret değildir.

Allah'ın (cc) cismaniyetimize yerleştirdiği işaret ve alâmetlere bakarak kaderi okumaya çalışmak, Devr-i Saadet'te de var olan mes'elelerdendir. O zaman, bunu yapan kimselere ‘kâif' denirdi. Aleyhissalatü vesselâm Efendimiz, azadlısı Zeyd bin Harise'nin oğlu Üsame hakkındaki dedikoduya karşı, bir kâif getirtti. Babası ile çocuğu, üzerleri örtülü olarak yatıyorlardı; sadece ayakları açıktı. Kâif, birarada yatan baba ve oğluna yaklarına bakmış ve birbirleriyle alâkalı olduklarını söylemişti ki, Efendimiz de bu suretle, bildiği bir gerçeği bir de kâif dilinden anlayanlar için tescil ve tesbit buyurmuş ve Hz. Aişe'ye: "Ya Aişe, Üsame Zeyd'dendir" diyerek beşaşet ve bişaret izhar etmişlerdi. Allah'ın (cc) bildirmesiyle daha neleri bilen Efendimiz'in (sav) Üsame'nin durumunu bilmemesi düşünülemezdi. Fakat bir kâif getirmekle, halka mal olmuş bulunan ve içtimaî hayata yerleşmiş olan bir müesseseyi, halkın bakış açısına uygun bir delil olarak kullanmak istemişti. Kâifin söylediğiyle kendi bildiği birbirine mutabıktı; çünkü, Kurân'ın sarih beyanıyla, o Kâmet-i muâlla ne söylemiş, ne yapmışsa hiç biri hevasından değildi:"O, hevadan konuşmaz". (Necm, 53/3)

Sözünü ettiğimiz hadisede, ihtisas ehline müracaata teşvik de olabilir. Nitekim, ağaçların aşılanması hâdisesinde de "Siz dünyâ işlerinizi bilirsiniz" buyurmuştu. Bu sözde, "ben bilmem" manâsı yoktur. -Nebi bilmeyecek de kim bilecek?- İzahı çok uzun sürebilecek bu sözle şunlar kastedilmiş olabilir:

1) Belki, ashabına bir iltifattır.

2) İhtimal o zamanlar, bir kısım sahabî arasında sebeplere te'sir-i hakikî verme gibi Tevhid'e münafî bir takım inanç ve anlayışlar hâlâ sürüyordu. Nitekim, Hudeybiye musalâhası gecesi de benzer bir hâdise vuku bulmuştu. Yağmur yağmış, Efendimiz (sav) "Bu gün bazıları mü'min sabahladı, bazıları ise kâfir" buyurmuş; "Nasıl olur?" denince de, "Kim ki, yağmuru Şira yıldızı yağdırdı demişse, işte o kâfir olarak sabahlamıştır; kim de, Allah yağdırdı demişse, o da mü'min olarak sabahlamıştır" açıklamasında bulunmuşlardı. Bunun gibi, o dönemde hurmalar aşılanmakla mutlaka iyi hurma alınacağına inanılırdı. Efendimiz (sav) her şeyin Allah'ın (cc) elinde olduğunu ve sebeplerin neticeler üzerinde fazla tesiri bulunmadığını böyle pratik bir hâdiseyle ders vermek istemiş de olabilir. "Siz dünyâ işlerinizi bilirsiniz" demekle de, ihtimal sebeplerin mutlaka göz ardı edilmesi gibi bir kaidenin olmadığını da göstermek istemiştir.

3) Efendimizin (sav) kıyamete kadar gelecek insanlara nebî ve imam olması hasebiyle, bu sözü teşrî' maksadına matuf olarak alınabilirdi. Halbuki, insan hayatında mutlaka teşrî' gerektirmeyen veya sükut geçilmesiyle mübah olup, tecrübe ve zamana bırakılan bir sürü mes'ele vardır. Günümüzde ilimler o kadar ilerledi ki, artık civcivin çıkması için, yumurtalar tavuğun altında 21 gün bekletilmiyor. Şimdi kuluçka makinaları, daha ucuz, daha pratik yolla civciv üretiyor. Yine, bitki ve meyvelerin verimini artırmak ve en kısa zamanda en bol ürün almak için seracılık geliştiriliyor. kim bilir, belki ilerde değişik enerji kaynaklarının keşfiyle, meselâ uzaya yerleştirilecek dev aynalarla güneşin ısı ve enerjisi kış mevsiminde dahi dünyânın belirli bölgelerine yansıtılıp, Kurân'ın ifâdesiyle her mevsim meyve veren ağaçlar misali, yılın dört mevsiminde de ürün alınabilecek ve bunun neticesinde de zekât verilecek kimse kalmayacak derecede bolluk ve zenginlik artacaktır.

4) Efendimiz, "dünyâ işlerinizi siz bilirsiniz" demekle geleceğe açık kapı bırakmış olmaktadır! Bir diğer yönüyle de, "Aşılayın" veya "Aşılamayın" dememekle, vicdanlara, irâdelere zincir vurmayıp, çalışma ve araştırmaya teşvikte bulunmuştur.

Hasıl-ı kelâm, kadere iman tam mü'min olmanın gereğidir. Allah'a, Rasûlü'ne, peygamberlere, meleklere, kitaplara, haşr'e nasıl inanıyorsak, kader'e de aynı şekilde inanmak mecburiyetindeyiz. Bu iman esasları, ebedî hayatı kazanma adına burada yaşayacağımız hayatın kaideleri ve sütunları mahiyetindedir. Bu kaidelerden bir tanesini sarstığımız zaman, kurmak istediğimiz şeyi sarsmış,belki de tamamen yıkmış oluruz. Kur'ân ve hadîsler, kader etrafında ciddi tahşidat yapmaktadır. Haşir'den sonra belki de en fazla üzerinde durulan Allah'ın (cc) meşieti, ilmi ve takdiridir. Kader, pek çok hadîslerde, sair iman esasları içinde değil de, manâ ve ehemmiyetine binaen daha çok Zat-ı Ulûhiyet ve O'nun sıfatlarının anlatıldığı yerde ve onların içinde ele alınmaktadır. Bu demektir ki, Allah'a, Allah'ın istediği manâda iman etmek isteyen mü'minin kadere de iman etmesi mecburidir. Bir başka deyişle, kadere iman, Cenâb-ı Hakk'ın Zatı'na imanın kemâlinin muktezasıdır; yani, kadere iman etmeyen, Allah'ın Zâtına ve azametine de gerektiği şekilde iman etmiş sayılmaz.

Kadere herkes seviyesine göre inanır, zira Allah (cc) hakkındaki ma'rifet ve Allah (cc) ile olan münasebetler farklı farklıdır. Henüz işin başında olan veya başladığı yerde kalan biri, kadere dinî bir formül olarak, taklidî manâda kendisini mecbur hissettiğinden dolayı ve bir ön şart derecesinde iman etmesi gerektiği için inanacaktır. Çok katmanlar aşmış, derinlere inmiş, mesafeler kat'etmiş bir müntehî de, vicdanının derinliklerinde her şeyin üzerinde gerçekten Allah'ın (cc) tasarrufunu görme noktasına ulaştığı için, kutsi hadiste ifâde edilen"gören gözü, işiten kulağı, tutan eli... olurum" tecellisinin mazharı olarak, aksine hiç ihtimal vermeden "sanki parmağımı dahi Allah'ın oynattığını görüyorum" diyecektir. Bu da, bir idrak, seviye ve zâviye meselesidir.

Kader, ilmî ve amelî değil, vicdanî ve halî bir meseledir. Hiç bal tatmamış bir insana, tadı, muhtevası ve faydalarıyla balı ne kadar anlatırsanız anlatınız veya bu mevzûda ne yazarsanız yazınız, bunun, balın tadını tanıma noktasında ağzına sürülecek bir parmak bal kadar tesiri olmayacaktır. Allah'ın (cc) varlığı, nübüvvet ve Kur'ânî meseleleri ilmî tahlillerle anlatmak mümkün olduğu halde, kaderi ihsan şuuruyla, Allah'ın (cc) icraatından görüyor gibi tanıyabilmek için vicdan sayfalarını karıştırmak lâzımdır.

Kader, ayakları kaydırabilen hassas bir mevzûdur. İnsanın çok kaygan bir zeminde her an sürçüp düşmesi muhtemel olduğu gibi, kader de, aynı şekilde kayıp düşülebilecek kaygan bir zemin mahiyetindedir. Öyle ki, bazı âlimler talebelerini kader mevzûunda konuşmaktan men etmişler, "sen konuşuyorsun ya!" diyenlere de, "Konuşmasına konuşuyorum ama, başımda bir kuş var gibi konuşuyorum; kaçırırım diye de tir tir titriyor ve endişe ediyorum" karşılığını vermişlerdir.

Kader mevzûunda bir fikir verebilmek veya bir fikir edinebilmek için şu dört ana hususun çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Kaderle ilgili her meselenin bu dört esas ile izah edilebileceği kanaatindeyiz:

1) Kaderin mertebeleri: İlmî plân, kitabet, meşiet, halk.
2) Allah'ın (cc) sonsuz ilmi; geçmişi, hal-i hazırı ve geleceği bir nokta gibi bilmesi.
3) Cüz'î irâde: manâsı, mahiyeti ve varlığının delilleri.
4) Kader ile irâde-i cüz'iyyenin te'lifi ve münasebetleri.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İnsanın Kaderi, Elindeki veya Yüzündeki Çizgilerden Okunabilir mi?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İş yerinde veya sokakta para veya eşya bulan nasıl hareket etmeli?
» Bediüzzaman'ın Elindeki Dürbün
» Kur’ân Türkçe Harflerle Okunabilir mi?
» Bilgisayardaki Kuranı abdestsiz okunabilir mi?
» İnsanın Ne Zaman ve Nasıl Öleceği Önceden Belirlendiğine Göre, Onu Öldürenin Suçu Ne

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
MücriM :: Mânâ :: Soru-Cevap ve Güncel Fetvalar-
Buraya geçin: