MücriM
Rahmet Yolları 112
MücriM
Rahmet Yolları 112
MücriM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Tut Elimden Tut Ki Edemem Sensiz Rabbim..
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
“İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.'' (Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16)
“Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir'' (Tirmizî, İlm, 14)
Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.(Müslim, Birr, 33; ‹bn Mâce, Zühd, 9;Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539.)
Bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o müslüman için birer sadakadır.(Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Müsâkât, 7, 10)

 

 Rahmet Yolları

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
MücriM
Admin
MücriM


Mesaj Sayısı : 1746
Site Aktifliği : 5282
Kayıt tarihi : 24/09/08

Rahmet Yolları Empty
MesajKonu: Rahmet Yolları   Rahmet Yolları EmptyPaz Ekim 04, 2009 3:26 pm

Nihayet bitti." diye mırıldandı Ahmet... "15 yıllık okuma serüveni burada sona erdi."
Allah'a şükretti.
Ağustos'un son günleriydi. İstanbul'da bunaltıcı bir sıcak vardı.
Ahmet, Eğitim Fakültesinin bahçesinde bir ağacın altına oturmuş, binadan çıkacak arkadaşını bekliyordu. Bir yandan da alnını terini siliyor, gölgede serinlemeye çalışıyordu.
Derken fakülte kapısında arkadaşı Ali göründü. Elinde bir mektup vardı, koşarak yanına geldi, gülerek uzattı..
"Bu sana..." dedi.
Ahmet mektubu aldı, baktı; köyünden geliyordu. Yine annesinden.. Bir aydır üçüncü mektuptu bu..
Açtı, okudu:
"Kıymetli oğlum... Nasılsın iyi misin? İyi olman için her an Cenab-ı Allah'a dua etmekteyim. Tek düşüncem senin bir an önce hayata atıldığını görmek. Seni mesleğini eline almış, bir de yuva kurmuş olarak görmek benim için mutlulukların en büyüğü olacak inşallah.
Ben gerekirse, yemem içmem, senin okulunu bitirmen için elimden gelen herşeyi yaparım. Yeter ki sen okulunu bitir.. şunun şurasında sayılı günlerim kaldı.. Bir an önce buraya gel.. Şu zavallı annene sahip çık artık.. Eğer sen sahip çıkmazsan buralarda anacığının bir kedi kadar kıymeti yok bilesin.
Yine dert yanmaya başladı diyeceksin ama abin çok saf, çok temiz kalpli.. Gözünün önünde olup biten hiçbir şeyin farkına varmıyor. Yengen ne zaman saygısızlık yapsa sineye çekmek bana kalıyor yavrum..
Abine bir şey söylesem, "Sevil öyle bir şey yapmaz, sen yanlış anlamışsındır anne.." deyip çıkıveriyor işin içinden.
Anlayacağın oğlum, sen adam olup bana sahip çıkana kadar, burada bir sığıntı gibi yaşamaktan başka çarem yok..
Ah..rahmetli baban, biraz eli sıkı adam oluverseydi, şimdi bütün bunlar başıma gelmezdi ama.. Ne yaparsın, kader..
Mezarında benim bu el kızının elinde ne hallere düştüğümü görüyorsa herhalde o da çok üzülüyordur..
Her neyse oğlum, başını ağrıttım..
Uzun lafın kısası, okulunu bir an önce bitir, hemen gel..Gel de bütün işlerimizi yoluna koyalım..
Abinin evinde sığıntı gibi durmaktan usandım artık.. Gel de bir ev tutalım, ikimiz kalalım.
Sağlıcakla kal yavrum.."
Ahmet mektubu okuyunca duygulandı, bir süre içini çekti..
Sonra kendisini izleyen Ali'ye döndü, gülümsedi:
"Hadi gidelim.."
"Nereye?"
"Kuraya."
Büyük bir binaydı kuraların çekildiği yer.
İçeri girdi.
Alabildiğine kalabalıktı. Çoğu da tanıdığı arkadaşlardı, yurttan, dershaneden, okuldan arkadaşları vardı arasında.. Onları görünce gülümseyerek selam verdi..
Sonra Ali ile birlikte boş sıralara oturdular.
İçeri girdiklerinde kura çekilmeye başlamıştı.
Herkes sessiz ve heyecanlıydı.
Bütün bakışlar kürsüde espriler yaparak ortamı yumuşatmaya çalışan konuşmacıya yönelikti.
Konuşmacının hemen ardında kocaman bir dünya haritası vardı..
"Evet arkadaşlar.." dedi konuşmacı.. "Şimdi sizleri dünyanın dört bir tarafına göndermek için burada toplandık..
Dünyanın herhangi bir ülkesine, belki en uzak yerlere, belki hayalinizden bile geçirmediğiniz, adını bile duymadığınız bir ülkeye, belki Sibirya'ya, belki çöllere, belki balta girmemiş ormanlar ülkesine.. Şimdi çekeceğimiz kura, bundan sonra öğretmenlik yapacağınız yeri belirleyecek.. Orada, dilini bilmediğiniz, adetlerini tanımadığınız insanlara Türk insanının kültürünü, insancıllığını, inancını ve düşüncesini sunacaksınız..
Dünyada bütün insanlar eşittir.. Herkes bilime açıktır.. Süper güçlerin sömürüp posasını çıkarıp attığı, ruhunu cüceleştirdiği nice insanlara özgüven vermek, bilim aşkı vermek, insanlık onurunu aşılamak için gideceksiniz.. Onlara çağdaş dünyayı göstermek, bilimin yolunu göstermek.. insanlığımız bunu gerektirir, inancımız bunu belirtir.
Bildiğiniz gibi, halkımız, hayırsever esnaflarımız Türk ve müslüman veya diğer ülkelerde okullar açıyor.. Halkımız dünyaya savaşla değil, kinle değil; sevgiyle, eğitimle açılmak istiyor.. Hepimiz bunun için burdayız.. Bunun için sizler üniversitelerinizi bitirdiniz ve görev almak için burada toplandınız.. Aynı sevda, aynı aşkla birlikteyiz..
Bu öyle bir sevda ki, ana baba, çoluk çocuk, memleket sevgisinden ötede.. Bu ilim sevgisi, bu peygamber efendimizin yolu... Onun sevgisini halimizle duyurmak.. bizi bir sevda bu hale getirdi demek, bir ışık olup ışıtmak gittiğimiz yerleri..
İncitmeden, kırmadan, severek..."
Konuşmacı derince soluklandı, salondakileri uzun uzun süzdü.. Önündeki bir tabağa dönerek kağıtları karıştırdı..
"Şimdi kuraya geçiyoruz.. Adını okuduğum arkadaşlar buraya gelsin ve kurasını çeksin.."
En heyecanlı andı.. Her öğretmen adayının muhayyilesinden dünyanın değişik değişik ülkeleri geçiyordu. Gizemli ve egzotik hislerle heyecanlıydılar.
Ahmet de aynı heyecanı duyuyordu..
"Hangi ülke çıkacak?"
Bu merakını tevekkülle izale etti zihninde:
"Görelim Mevlam neyler
Neylerse güzel eyler."
Derken Ahmet'in adı okundu. Kürsüye yürüdü, kura tabağının yanına vardı, besmele çekti, dürülü bir kağıdı eline aldı, açtı. Salonda biriken arkadaşlarına hitaben heyecanla okudu:
"Singapur.."
Salondakiler alkışladılar..
Bu arada konuşmacı dünya haritasından Singapur'u gösteriyordu salondakilere. Burada yeni bir kolejin olduğunu söylüyordu.. İki yıl önce açılmıştı, öğretmen ihtiyacı olduğunu belirtiyordu.
Kura çekimi akşama doğru bitti.
Ahmet oradan tek başına ayrıldı.
Kaldığı daireye gitmeden önce İstanbul caddelerinde biraz dolaşmak istedi. Üsküdar'a indi, sahile.. Akşam namazını Şemsipaşa camiinde kıldı.. Namazdan çıktığında ortalık hafiften kararmıştı..
İstanbul ışıklar içindeydi.. Kıyıda insan kalabalığı vardı.. Herkes çoluk çocuğu ile birlikte geziyordu. Bir an hayal etti: Annesiyle birlikte burada dolaşmayı, ona İstanbul'un güzelliğini göstermeyi... Bu hayalle mutlu oldu. Sonra tek başına kalabalığa karıştı.. Deniz kokuyordu sahil.. Kızarmış balık kokuyordu. Boğazdan esen rüzgar yüzünü okşuyordu, serinliyordu..
İleride Kız Kulesi'nin ışıkları... Epey yürümüştü.. Durdu..
Singapur'u düşündü.
Nasıl bir ülkeydi? Şimdiye kadar haritada gözüne ilişmemişti hiç. Sadece havaalanlarının adı geçerken kulağına çalınmıştı.. Arkadaşlarının söylediğine göre, modern bir ülke imiş.. Daha doğrusu bir şehir ülkeymiş, küçücük.. Her tür modern imkan mevcutmuş.. Gideceği kolej de çok güzel yerdeymiş..
Kurasından ötürü herkes tebrik etmişti onu.
Sahilde durdu, boğazdan geçen ışıklı vapurları seyretti. Karşı sahillere baktı.. İstanbul güzeldi. Işıklı minareler büyüleyiciydi.. Singapur da böylesine güzel miydi?
Işıklı yollar beliriyordu karşısında. Işık yağıyordu suyun üzerine.. Giderek uzuyor.. sanki Singapur'a varıyordu..
"Neler düşünüyorum..?" dedi. "Nice arkadaşlarım çöllere, Sibirya gibi soğuk memleketlere giderken ben neleri düşünüyorum? Hizmet olduktan sonra her mekan, her ülke cennettir bana.."
Birden annesini hatırladı.. onun hayali gözlerinin önünde belirdi.
Hemen bir telefon kulübesine girdi, telefon açtı.
"Alo, anne.. Sen misin?"
"Oğlum!.."
Ahmet bu "Oğlum" sesinin etkisini ta yüreğinde hissetti, içi titredi.
Annesi hasretle, hararetle konuşuyordu. Yine gelininden, onun eziyetlerinden, abisinin vurdumduymazlığından söz ediyordu. Konudan konuya atılıyor, bir ara okulunun durumunu soruyordu. Ne zaman geleceğini merak ediyordu. "Gel artık!" diyordu.. "Çok özledim yavruuum.." derken sanki ahize titriyordu elinde.
Ahmet annesinin sorularına, sitemlerine cevap yetiştirmeye çalışıyordu.. "Geleceğim anne.." diyordu.. Dili varıp da Singapur'a gideceğinden bahsedemiyordu. Zaten hiç söz etmemişti yurt dışında öğretmenlik yapacağından.. Bu konudaki hayallerinden ve girişimlerinden.. Biliyordu ki annesi karşı çıkacaktı, ağlayacaktı.. Bu yüzden ondan habersiz kuraya katılmış, ondan habersiz hazırlıklar yapmıştı..
Şimdi nasıl anlatacaktı?
Hep o anı düşünmüştü. Bir gün muhakkak haberi olacaktı..
Üç gün sonra yola çıktı Ahmet.
Uzun b,ir otobüs yolculuğundan sonra Aksaray'ın Yeşilova kasabasına gitti.
Kasabaya vardığında annesine söylememişti geleceği günü. Sürpriz yapmak istemişti.
Ağabeyinin evine vardı. Heyecanla kapıyı çaldı.
Kapıyı annesi açtı.. Ahmet'i birden karşısında görünce şaşkınlıkla bakakaldı önce, sonra sevinçle boynuna sarıldı..
"Oğlum" deyip öptü yanaklarından; ağladı..
"Oğlum, yollarını beklemekten gözlerime ağrı girdi.. Hele şu son iki ay..." diye inledi.
İçeri girdiler. Ağabeyi ve yengesi de karşıladılar onları.
Yengesinin tavrı soğuktu..
Annesi kolundan asıldı, koltuğa oturttu. Hemen yanına oturup gözlerini ayırmadan baktı baktı..
"Artık gitmeyeceksin değil mi Ahmedim? Gitmeyeceksin? Okulu bitirdin gayri, değil mi?" diyordu, çocukça bir edayla..
Sonra mutfağa doğru yönelen gelinini ima ederek:
"Beni bu kadının eline bırakmayacaksın değil mi?" diyordu.
Ahmet, susuyordu..
Sadece:
"Merak etme anne.." diyebiliyordu.
Akşam, Ahmet odasında yalnız kalabilmişti. Annesi ne yedireceğini şaşırmış, etrafında pervane olmuştu..
Zor durumdaydı Ahmet. Annesine Singapur'a gideceğini nasıl söylerdi? Sonra onu yalnız bırakmak.. Aklı iyice karışmıştı.
Biliyordu; yengesi annesinin bu evde kalmasından rahatsız oluyordu. Tavırlarından seziyordu bunu. Abisi ise sadece işiyle gücüyle ilgileniyor, başka da bir şeye aldırmıyordu.
Ertesi sabah salona indi. Annesi tek başına oturuyor, örgü örüyordu.. Yanına sokuldu. Elini ellerine aldı, gözlerinin içine baktı.
"Anneciğim, beni seviyorsun değil mi?"
Annesi şaşırdı bir an..
"Bu nasıl soru.. Seviyorum elbet."
"Benim sevdiğimi de seversin değil mi?"
Annesi heyecanlandı..
"Sevmez miyim oğlum.. Ah ben de hep hayal ediyordum.. Söyle oğlum kimi seviyorsan söyle... Mürüvvetini görmek istiyorum."
"Anne.. Yanlış anladın.."
Annesi sustu, ne demek istiyorsun gibilerden baktı.
"Ben bir karar verdim.."
Annesi susarak bekledi.
"Singapur'a gideceğim.."
Annesi anlayamadı önce..
"Ne.. Ne Singapur'u?"
"Bir ülke anne.. Çok uzakta.. Orada öğretmenlik yapacağım.."
Annesi sustu, öylece baktı yüzüne.. Uzun bir aralıktan sonra fısıldar gibi:
"Sus..Sus.. Tamam..." dedi, başını öne eğdi.. "Zaten geldiğinden beri sezmiştim.. Ana yüreği anlar yavrumm.. Sen geldin ama hasret sızısı gitmemişti içimden... Sezmiştim."
Gözleri yaşardı, sesi titredi, döndü.
"Beni yine mi yapayalnız bırakacaksın Ahmedim? Yine mi vicdansızların eline bırakacaksın..?"
Ahmet annesinin bu haline bakamadı.. Ne diyeceğini bilemedi. Ayağa kalktı, odasına çekildi hemen.
Odasına geçti, yatağına uzandı, hıçkıra hıçkıra ağladı.
Gözyaşları dinmek bilmiyordu.. Gözlerinin önünde annesinin "yine mi?" diyen bakışları, Singapur, öğrenciler ve Hocasının sözleri birbirine karışıyordu.
Tam o sırada bir ışık belirdi odasında.. Işık giderek büyüdü, büyüdü, odayı kapladı.
Ahmet şaşkın halde doğruldu.. Etrafına bakındı.
Karşısında nurlar içinde birini gördü.. Tasvirlere sığmaz, sözcüklerle anlatılamaz nurlu bir yüz ve boy pos..
Sezdi: Bu peygamber Muhammed Mustafa (S.A.V.) idi..
Dili tutuldu, olduğu yerde kalakaldı, kımıldayamaz hale geldi. Sadece ağlıyordu.. Yanakları gözyaşıyla ıslaktı.. Sadece nur yüzlü peygamberine bakıyordu.. Baktıkça yüreği genişliyor, içini tarifsiz bir heyecan sarıyordu..
Peygamber, gülümsedi..
Bu gülümseme Ahmet'i eritti.. Hayatında tatmadığı bir sevinci yaşattı.
Peygamber yaklaştı..
Ahmet öylesine hafifledi, öylesine.. Kuş oldu yüreği, pır pır uçtu, bir anda tüm zamanları, evrenin tüm katlarını dolaştı, gülümseyen peygamber bakışlarında yuva kurdu.. ağladı.
Peygamber nurlu elini uzattı..
Ahmet'in gönlü bu ele kondu.
Peygamber eliyle Ahmet'in başını sıvazladı..
Ahmet sevgilerin sevgisini içinde duydu. Titredi titredi.. Ağladı.. Aklı başından gitti, heyecandan yok oldu..
"Efendim... Efendim.." diye fısıldadı, ağladı.
Peygamber, eliyle Ahmet'in gözyaşlarını sildi...
Ahmet "Ak gözyaşlarım ak.. nolur, nolur.." diyordu içinden.. Çünkü bu eller ayrılmasın yanağından.. Bu nurlu eli hissetsin, ağlasın.. Yaşam hep bu anı yaşamakla geçsin.. diledi.
Peygamber seslerin en güzeliyle konuştu:
"Ahmedim... Burada annen, orada binlerce öğrenci ve onların anneleri... İstemez misin, sen onların yanına git.. Ben de annenin emanetçisi olayım..."
Ahmet, diliyle değil bedeninin her zerresiyle, ruhunun tüm heyecanıyla tepeden tırnağa "evet..." dedi..
Gözyaşları "evet..." diye süzüldü yanaklarından..
Her hıçkırığı "eveeet.." diye yükseldi..
Saçları "evet..." diye kımıldadı.
Dudakları "evet.." diye inledi.
Elleri "evet evet evet..." diye titriyordu.
Derken aniden kayboldu ışık..
Ahmet uzun süre kendine gelemedi. Yaşadığı mutlulukla heyecanla kendinden geçmişti.
Az sonra kendine geldi, odasından hızla çıktı, annesine koştu.. Gördüklerini ağlaya ağlaya anlattı. Annesi dinledi dinledi.. Gözleri yaşardı, Ahmet'e sarıldı.
"Yavrum benim.. Madem ki efendimizdir söyleyen... Ben dayanırım hasretine.. Sen git.. Durma hemen git.." dedi.
Annesinin bu ani kararını sağlayan inancı, sevgiyi çok sevdi, sımsıkı sarıldı..
İkisi de karşılıklı ağlaştılar. Bu ağlaşma mutluluğun doruğuydu.. Anne ve oğul bir sevgide bütünleşmenin hazzıyla bir süre bu halde kaldılar.
Bir hafta sonra, hazırlıklarını tamamladı Ahmet.. Köyden askere gönderilir gibi uğurlandı.. Hiç hüzünlenmedi.
Annesi de üzülmüyordu. Ardından gülerek el sallamıştı.
İstanbul'da arkadaşlarıyla görüştü Ahmet. Hepsiyle tek tek vedalaştı.
Havaalanında tiril tiril heyecan içindeydi.
Uçak az sonra kalkacaktı.. Artık hizmet başlıyordu.. Yüreğini ta uzaklara taşıyordu.. Oralara bu toprağın hislerini; sevgisini, kardeşlik duygularını, coşkusunu, insanlığını sunacaktı. Hazırdı.
Uçağa binmeden evvel annesine telefon etmek istedi.. Ankesörlü telefondan memleketini aradı.. Ağabeyi çıktı, annesiyle konuşmak istediğini söyledi.
Annesinin sesini duyunca sevinç duydu.
"Anne.." dedi. "Nasılsın anneciğim?"
Annesi heyecanlı sesle cevap verdi, adeta konuşturmadı.
"Neler oldu Ahmedim bir bilsen.." diyordu.. "Dinle dinle.."
Ahmet sustu ve annesinin anlattıklarını dinledi.
"Gelinim..." dedi annesi.. "...dün rüyasında peygamber efendimizi görmüş.. Peygamberimiz önce azarlamış onu, sonra "Sen benim Ahmet'imin, benim muhacirimin annesini nasıl üzersin?" demiş.. Duydun mu Ahmet.. duydun mu?"
Ahmet, üstüste gelen bu olağanüstü olaylar karşısında şaşkındı. "Çok şükür Rabbim.." diye mırıldandı..
"Bilsen Ahmedim.. yengen çok değişti.. çok.. Geldi yanıma, özür üstüne özürler diledi. Yaptıklarına çok pişman olmuş.. Ben de güzel gelinim diye sarıldım.. İkimizde hüngür hüngür ağlaştık.."
Ahizede annesi durmadan konuşuyordu.. Ahmet artık duymuyordu gerisini.. gözleri dolmuştu: Ta 1400 yıl öncesindeydi sanki.. Mekke'den Medine 'ye ilim için göç eden Mus'ab bin Umeyr'in yanıbaşındaydı.. Kızgın çölleri aşıyor, durmadan yürüyor yürüyordu.. Rahmet yollarıydı bu.. Nur yanıyordu her yandan..
Annesi de telefonda:
"Git Ahmet'im git.. Yolun açık olsun.." diyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://mucrim.eniyiforum.org
aSuDe
Admin
aSuDe


Rep Puanı : uğurböcüğü
Mesaj Sayısı : 2142
Site Aktifliği : 6286
Kayıt tarihi : 24/09/08
Yaş : 39

Rahmet Yolları Empty
MesajKonu: Geri: Rahmet Yolları   Rahmet Yolları EmptyPaz Ekim 04, 2009 5:46 pm

sulugöz sulugöz sulugöz Çok güzeldi eline sağlık Mücrim üzgn sad smileyi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Rahmet Yolları
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Rahmet Bağı
» Allah Kimlere Rahmet Eder?
» Aczini Bilmekte Rahmet Vardır
» Rahmet ayı öncesi çok faydalı bilgiler
» Namazdaki Kulu Kaplayan Rahmet

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
MücriM :: Mânâ :: Dini Hikayeler-
Buraya geçin: