MücriM Admin
Mesaj Sayısı : 1746 Site Aktifliği : 5282 Kayıt tarihi : 24/09/08
| Konu: Aczini Bilmekte Rahmet Vardır Perş. Tem. 16, 2009 10:21 am | |
| Bismillahirrahmanirrahim
DÖRDÜNCÜ NÜKTE
İnsan, şu kâinat içinde pek nâzik ve nâzenin bir çocuğa benzer. Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudât, ona musahhar olmuş.
Eğer insan zaafını anlayıp, kâlen, halen, tavren duâ etse ve aczini bilip istimdâd eylese, o teshîrin şükrünü edâ ile beraber, matlûbuna öyle muvaffak olur ve maksadları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-ı mîşârına muvaffak olamaz. Yalnız, bâzı vakit, lisân-ı hal duâsıyla hâsıl olan bir matlûbunu, yanlış olarak kendi iktidarına hamleder. Meselâ, tavuğun yavrusunun zaafındaki kuvvet, tavuğu arslana saldırtır. Yeni dünyaya gelen arslanın yavrusu, o canavar ve aç arslanı kendine musahhar edip, onu aç bırakıp kendi tok oluyor. İşte, cây-ı dikkat, zaaftaki bir kuvvet ve şâyân-ı temâşâ bir cilve-i rahmet!..
Nasıl ki, nazdar bir çocuk, ağlamasıyla, ya istemesiyle, ya hazin haliyle, matlûblarına öyle muvaffak olur ve öyle kavîler ona musahhar olurlar ki, o matlûblardan binden birisine, bin defa kuvvetciğiyle yetişemez. Demek zaaf ve acz, onun hakkında şefkat ve himâyeti tahrik ettikleri için, küçücük parmağıyla kahramanları kendine musahhar eder. Şimdi, böyle bir çocuk, o şefkati inkâr etmek ve o himâyeti ittiham etmek sûretiyle, ahmakâne bir gururla, "Ben kuvvetimle bunları teshîr ediyorum" dese, elbette bir tokat yiyecektir.
İşte, insan dahi, Hâlıkının rahmetini inkâr ve hikmetini ittiham edecek bir tarzda küfrân-ı nimet sûretinde, Kârun gibi "Ben kendi ilmimle, kendi iktidarımla kazandım" (Kasas Sûresi: 78.) dese, elbette sille-i azaba kendini müstehak eder. (Sözler 23. Söz sh.296)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
NÂZENİN : İnce, nâzik, latîf, nazlı. ZAAF : Zayıflık, iktidarsızlık, kudretsizlik. ÂCZ : Güçsüzlük, kudretsizlik. MEVCUDÂT : Yaratılmış olan, mevcut olan şeyler; varlıklar. MUSAHHAR : Emre verilmiş, itaatkâr, fethedilmiş, birine bağlanmış. KÁLEN : Söylemek sûretiyle; söyleyerek; sözle. HÂLEN : Tavır, hareket, davranış veya durum olarak. TAVREN : Hareket olarak, davranış olarak, tavırla. İSTİMDAD : Medet ve yardım istemek. TESHÎR : İtaat ettirmek, boyun eğdirmek, emir altına almak. ŞÜKR : (Şükür) Allah'ın (C. C.) nimetlerine karşı memnunluk göstermek. Allah'a teşekkür. EDÂ : Yerine getirme, ödemek MATLUB : Talep edilen. İstenen. MUVAFFAK : Başarılı. MAKSAD : Ana fikir; kastedilmiş, istenilen şey. İKTİDÂR-I ZÂTÎ : Kendi gücü, kendi kudreti. AŞR-I MÎŞÂR : Onda birin onda biri, yüzde bir. İKTİDÂR : Güç, kuvvet. HAMLETMEK : Yüklemek, yüklenmek, isnad etmek. CÂY-I DİKKAT : Dikkat edilecek nokta; dikkat edilecek yer veya şey. ŞÂYÂN-I TEMÂŞA : Seyretmeye değer. CİLVE-İ RAHMET : Rahmet tecellîsi,görüntüsü. HAZİN : Hüzün veren, acıklı, kederli. KAVÎ : Kuvvetli, sağlam, metin, zorlu. ŞEFKAT : Karşılıksız, samimi sevgi besleme; başkasının kederiyle alâkalı olma, acıyarak merhamet etme. HİMÂYET : Koruma, korunma. TAHRİK : Harekete geçirme; kışkırtma. HÁLIK : Yaratıcı, herşeyi yoktan yaratan Allah. İTTİHAM : Suçlama; suçlu duruma düşürme. TARZ : Usul, şekil, üslûb. KÜFRÂN-I NÎMET : Cenâb-ı Hakkın ihsan ettiği nîmetleri bilmeme ve hürmetsizlik etme, nankörlük. SİLLE-İ AZÂB : Azab tokadı.
| |
|