MücriM
İntihar Saldırıları ve İslâm - 1  112
MücriM
İntihar Saldırıları ve İslâm - 1  112
MücriM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Tut Elimden Tut Ki Edemem Sensiz Rabbim..
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
“İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.'' (Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16)
“Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir'' (Tirmizî, İlm, 14)
Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.(Müslim, Birr, 33; ‹bn Mâce, Zühd, 9;Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539.)
Bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o müslüman için birer sadakadır.(Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Müsâkât, 7, 10)

 

 İntihar Saldırıları ve İslâm - 1

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
MücriM
Admin
MücriM


Mesaj Sayısı : 1746
Site Aktifliği : 5282
Kayıt tarihi : 24/09/08

İntihar Saldırıları ve İslâm - 1  Empty
MesajKonu: İntihar Saldırıları ve İslâm - 1    İntihar Saldırıları ve İslâm - 1  EmptyCuma Şub. 04, 2011 8:20 pm

Dr. Ergün Çapan, Yeni Ümit
10.01.2011



İntihar saldırılarına geçmeden önce mevzunun anlaşılmasına yardımcı olabilecek genel bir iki hususa işaret etmekte fayda olacağı kanaatindeyiz. İslâm'a göre insan, insan olması itibarıyla üstündür. Kur'ân bu hususu şu şekilde ifade etmiştir; "Doğrusu Biz insanoğlunu çok şerefli yarattık." (İsra sûresi, 17/70) Kadın-erkek, genç-ihtiyar, siyah-beyaz her insan muhteremdir, masûndur ve dokunulmazlığı söz konusudur. İslâm, insan hayatına çok önem vermiştir. Birçok ayet ve hadisle "zaruriyat-ı hamse" (olmazsa olmaz şartlar) denilen beş aslî değerin korunmasını emretmiştir.1 Bunlar; din, nefs, nesil, akıl ve maldır. Bu itibarla insanın hayatına kastedilemez, ırzına el uzatılamaz, malına tecavüz edilemez, yurdundan-yuvasından çıkarılamaz, hürriyeti elinden alınamaz, inançlarını yaşaması engellenemez.

İslâm her bir insanı, başka varlıklara göre bir tür olarak gördüğü için tek bir insanı öldürmeyi bütün insanları öldürme, bir insanın hayatını kurtarmayı da bütün insanların hayatını kurtarma olarak kabul etmiştir. (Bkz. Mâide sûresi, 5/32) Bu değerlendirme, hiçbir din ve modern sistemde olmadığı gibi, insan haklarıyla alâkalı hiçbir komisyon ve kuruluşta da insana bu seviyede değer verilmemiştir. Hatta bir insanın kendisinin bile kendine karşı bu olumsuzlukları irtikap etmesine, Allah tarafından kendisine bahşedilmiş hayata son vermesine müsaade edilmemiştir. Bir insan başka birisini öldüremeyeceği gibi kendi hayatına da son veremez yani intihar edemez. İslâm, intihara katiyen cevaz vermemiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de intihar yasaklanmış, (Nisa sûresi, 4/29) Peygamber Efendimiz de birçok hadislerinde intihar etmenin haram olduğunu ve âhiretteki cezasının ne kadar tüyler ürpertici olduğunu bildirmiştir. (Buhâri, Cenâiz 84; Müslim, İman 175)

İslâm'da sulh esastır

İslâm, sulh güven ve esenlik demektir. O, hep sulh ve salah soluklamıştır. Onu inanarak yaşayan Müslüman da herkese hatta her şeye güven vaat eden, elinden-dilinden rahatsızlık duyulmayan kimse demektir. İslâm, yeryüzünde fitneye, fesada, çatışmaya, zulme ve teröre savaş ilan etmiştir. Birçok ayet ve hadiste bildirildiği üzere İslâm'da sulh esas, savaş arızidir. Müslüman'ın diğer insanlarla münasebetlerinde de yine sulh esastır. Emniyetin ve dünya barışının esas olduğu bir dinde, savaş ve çatışma gibi şeyler arızidir. Sağlam bir bünyeye arız olan mikropları savmak için bünyenin kendisini savunması gibi istisnaî bir durumdur. İslâm, bir insanlık realitesi ve beşer tarihinin en göze çarpan bir vakası olmasına rağmen savaşı da -ki bu da belli prensipler çerçevesinde cereyan etmektedir- hoş görmemiş, onu öncelikle müdafaa maksadına bağlamış, sonra da bizzat Kur'ân'da geçen "Fitne katilden beterdir." (Bakara, 2/191) prensibi çerçevesinde savaşları ve temelde savaşa yol açan kargaşaları, düzensizlikleri, zulmü, bozgunculuğu önlemek için meşru saymış2 ve onun için insanlık tarihinde ilk defa çok önemli sınırlamalar ve prensipler getirmiştir.3

İslâm, savaşı dengelemek için de kaideler koymuştur: "Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet numunesi şahitler olun! Bir topluluğa karşı içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil davranın, takvâya en uygun hareket budur. Allah'a karşı gelmekten sakının! Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır." (Maide sûresi, 5/8) buyurarak adaleti ve cihan sulhunu esas almıştır.

Bütün bu temel esasların yanında İslâm her Müslüman'a dinini, canını, malını, neslini, ırz ve mukaddesatını koruma hakkı tanımıştır. Hatta bu uğurda gerektiğinde ölmeyi şehitlikle payelendirmiştir. (Buharî, Mezalim 32; Müslim, İman 226) Bu şekilde genel bir bakıştan sonra intihar eylemleri üzerinde durmak istiyoruz. İntihar eylemlerini barış ve savaş ortamında yapılanlar diye iki ayrı grupta ele almak gerekir.

A-Barış Ortamında İntihar Eylemleri

Öncelikle ifade etmek gerekir ki, İslâm'ın ârizî bir durum olarak kabul ettiği savaş ile ilgili nasslarını barış ve sivil ortamına alıp uygulamak doğru değildir. Savaş ile ilgili hükümler savaş durumu ve şartları ile kayıtlıdır, sivil ortamda ve barış halinde ise İslâm, her Müslüman'a imanî ve ahlakî değerleri seviyeli temsil ederek, insanlara şefkat ve merhametle muamele etmesini ve yaşadığı toplumda sulhun ve emniyetin temini için çalışmasını emreder.4 Bu yüzden barış ortamındaki herhangi bir ülkenin ister sivil isterse askeri herhangi bir yerinde bombalı intihar eylemi yaparak masum insanları hunharca katletmeyi İslâm dininin hiçbir şekilde onaylaması mümkün değildir.

İnsanlara hatta bütün varlığa şefkatle, merhametle muamele edilmesini emreden Kur'ân-ı Kerîm, "haksız yere bir insanı öldürmeyi, bütün insanlara karşı cinayet işleme" şeklinde değerlendirmiştir. (Mâide sûresi, 5/32) Evet, İslâm nazarında, bir insanın haksız yere öldürülmesi bütün insanların öldürülmesi gibi büyük bir cinayettir. Zîrâ bir insanın öldürülmesi, hem herhangi bir insanın öldürülebileceği fikrini vermekte, hem de topyekün insanlığın hayat haklarına karşı hürmetsizliği terviç etmektedir. Ve böyle bir cinayeti işleyen kimse, Allah nezdinde çok büyük değeri olan insanı, tüyler ürperten menfur bir cinayetle katletmekle çok kötü bir çığır açtığından bütün insanları öldürmüş gibi Allah'ın gazabına ve büyük bir azaba müstahak olmuş olur.

Kur'ân-ı Kerîm, bir insanın haksız ve kasıtlı olarak öldürülmesi suçuna getirdiği ağır tehdidi, diğer suçlara getirmemiştir. Gerçekten de bu ifade ve tehditler tüyler ürperticidir: "Kim bir mü'mini kasten öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." (Nisa sûresi, 4/93)

Kasten bir mü'mini öldüren insanın cezası, Allah affetmezse ebedî cehennemdir. Ümmetin allâmesi İbn Abbas ve bazı âlimler bu ayeti kasten bir mü'mini öldüren kimsenin tövbesinin kabul olunmayacağı ve ebedi cehennemlik olduğu şeklinde tefsir etmişlerdir.5 Kur'ân'ın tefsir ve yorumunda en önde gelen otorite bir insanın bu yaklaşımı gözden uzak tutulmamalıdır.

Ayette kasten bir mü'mini öldüren insanın cehennemle cezalandırmasının yanında Allah'ın ona gazap edeceği, onu lanetlediği ve ona büyük bir azap hazırladığı bildirilmektedir. Allah'ın hiçbir suça böylesine ağır, tüyler ürperten bir tehdidi söz konusu değildir. Ayrıca masum bir insanı öldürmek Allah'a şirk koşmakla birlikte zikredilmiştir. (Bkz. Furkan, 25/68; Enam, 6/151) Bu da meselenin dehşetini göstermesi bakımından önemlidir.

Diğer taraftan böyle bir vahşeti İslâm dininin kaynakları ile temellendirmek de söz konusu değildir. Değişik ilaçlar ve tekniklerle beyni yıkanarak veya robotlaştırılarak intihar eylemlerine sürüklenmesi dışında iman ve İslâm sıfatları olan şuuru yerinde bir Müslüman'ın böyle bir şeyi yapması düşünülemez.

B. Savaş Ortamında İntihar Eylemleri

Yukarıda kısaca İslâm'ın barış ortamına yönelik genel tavrını ifade etmeye çalıştık. Şimdi de mukaddesatını, ülkesini, varlığını koruma uğrunda savaşmak durumunda kalanların, masum insanlara ve sivil hedeflere yönelik intihar saldırılarını İslâmî kriterler açısından ele almak istiyoruz:

1. Savaş halinde iken "muharip olmayanlar" öldürülmez

Bir Müslüman'ın, iradesinin hakkını vererek hayatını Cenab-ı Allah'ın gönderdiği mesajın prensiplerine göre yaşaması, inancının gereğidir. Müslüman, ibadet hayatından muamelata, ondan öfke, nefret gibi hissî fiillerine kadar hayatının her karesini ilahî emirler çerçevesinde şekillendirmek durumundadır. O, koruması gereken haklarını savunma mücadelesi verirken de bu prensiplere uymakla yükümlüdür. Savaş süreci dahi getirilen ilke ve prensipleri ihlal etmeyi meşru kılmaz. İslâm, savaş durumunda dahi, savaşa katılmayan yaşlı, kadın, çocuk vb. kimselerin öldürülmesini onaylamamıştır. Bu gibi kimseleri "muharip" vasfını haiz kabul etmemiştir. Ve bu şekildeki bir yaklaşım, savaş hukukuna İslâm'ın getirdiği yeni ve orijinal bir ilke ve prensiptir.

Savaş durumunda genel bir prensip olarak "muharib olmayan"lar öldürülmez. Kur'ân'da; وَقَاتِلُوا فِي سَبِيل اللّٰهِ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلاَ تَعْتَدُوا إِنَّ اللّٰهَ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ "Sizinle Savaşanlarla (savaşmaya ehil ve kudreti olup da bizzat savaşanlarla) siz de Allah yolunda savaşın. Fakat haksız yere saldırmayın, haddi aşmayın. Muhakkak ki Allah haddi aşanları sevmez." (Bakara sûresi, 2/190) buyurulmaktadır.

Âyetteki "يُقَاتِلُونَكُمْ" kaydı çok önemlidir. Bu kip teknik ifadesiyle "müşareket" bildirir ki bunun mânâsı "sizinle savaş eden", "muharip statüsünde olanlar" demektir. Demek ki muharip olmayanlar yani savaşma statüsünde olmayanlarla savaşılmayacaktır.

Bu âyetten anlaşılan "muharip olmayanların öldürülmemesi" hususu Peygamber Efendimiz tarafından gerek sözlü gerekse fiili olarak izah edilmiştir: Bu konuda birçok hadis vardır.6 Biz bunlardan birkaç tanesini nakletmekle iktifa etmek istiyoruz:

Gazvelerden birinde öldürülmüş bir kadın bulunması üzerine Allah Resûlü böyle bir davranışı "Bu kadın savaşan birisi değil ki niçin öldürüldü?" buyurarak kesinlikle tasvip etmemiş (Ebu Davud, Cihad 111) ve kadınların, çocukların öldürülmesini yasaklamıştır. (Buhari, Cihad 147; Müslim, Cihad 25)

Ayrıca Allah Resûlü, gazvelere gönderdiği ordulara, komutanlara şu şekilde tenbih ediyordu: "Allah'ın adıyla yola koyulun, Allah yolunda mücadele verin, savaştığınız insanlarla aranızda bir anlaşma var ise ona riayet edin, haddi aşmayın, meşrû savaşırken öldürdüğünüz insanlara müsle yapmayın (ağzını, burnunu keserek, insanlık onurunu rencide edecek şeyler yapmayın) çocukları, kadınları, yaşlıları, ibadethanelerdeki insanları öldürmeyin." (Tehanevi, İlaü's-Sünen, 12/31-32; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/300; Ebu Davud, Cihad 82)

Hülefa-yı Râşidîn de aynı hassasiyeti göstermiştir. Günümüze kadar hemen bütün İslâm devlet başkanları cepheye gönderdikleri komutanlara, sivil insanlara ilişmemelerini, mallarına zarar vermemelerini; savaşırken kadın ve çocukları, mabetlerde yaşayan rahip ve keşişleri, tarlasında çalışan çiftçileri öldürmemelerini tenbih etmişlerdir. Ve bu prensipler de genellikle tatbik edilmiştir.

İslâm Hukuku âlimleri, (muharip olmayan) kadınların, çocukların, pîr-i fânilerin, rahiplerin, kilisede ibadet eden insanların, âmânın, kötürümün savaşta öldürülmelerinin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. (Tahavî, Muhtasaru İhtilâfı'l-Fukahâ, 3/455-456)

Yukarıda zikredilen ayetteki (Bakara, 2/190) "haddin aşılması", Allah Resûlü tarafından iki şekilde tanımlanmıştır; "muharip olmayanları öldürmemek" ve öldürülen insanların insanlık onurunu zedeleyici davranışlarda bulunmamak. Peygamberimiz, savaş durumunda karşı taraftan öldürülen insanlara "müsle" (öldürülen insanın ağzını, burnunu, kulağını kesilmesini) yapılmasını ve "sabran" (bir canlının bağlanarak nişangah haline getirilerek ve çeşitli silahlarla atış yapılarak) öldürülmesini yasaklamıştır.7 Hatta Efendimiz bir tavuğun bile "sabran" öldürülmesini yasaklamıştır. (Ebu Davud, Cihad, 120; Darimî, Edahî, 13)

Ayrıca Peygamberimiz bir Müslüman'ın savaşırken bile kendine yaraşır bir şekilde davranması gerektiğine dikkatleri çekmiştir: "İnsanî ve ahlakî değerlere riayet ederek en güzel bir şekilde savaşan ehli imandır." (Ebu Davud, Cihad, 110) Şimdi, bu kriterler penceresinden bombalı intihar eylemlerine baktığımızda İslâm'ın genel ve etik prensipleriyle ve tarih boyu uygulamasıyla tamamen zıt olduğunu görürüz. Zîrâ bu eylemlerde "muharip" vasfını haiz olmayan masum kimseler katledilmektedir ki bu, açık olarak İslâmî nasslarla çelişmektedir.

2. Sivil hedeflere saldırılmaz

Savaş durumunda iken masum insanları katletmek dinin temel referanslarına tamamen zıttır. Asr-ı saadet ve sonraki dönemlerde buna mesned teşkil edebilecek bir davranış biçimi olmadığı gibi bu, Müslümanlar tarafından da bir mücadele metodu olarak kullanılmamıştır. Eğer "başka çare yok, ne yapılsın?" denilecek olursa Mekke'de çok ağır işkencelere, eziyetlere maruz kalan sahabe efendilerimiz ve daha sonraki dönemlerde onların çizgisinden giden Müslümanların böyle bir yola başvurmadıklarını hatırlatmak yeterli olur kanaatindeyiz.

Hemen bütün fıkıh kaynaklarında yer alan bir husus vardır; bir Müslüman savaş durumunda bir orduya veya askeri birliğe tek başına öleceğini bile bile saldırabilir mi? Bunun cevabı şu şekildedir: Eğer karşı tarafa zarar verecekse ve Müslümanların menfaatine bir şey olacaksa, mesela, Müslümanları cesaretlendirecekse bu durumda düşman ordusuna saldırarak savaşa savaşa ölünceye kadar mücadele edilebilir. Eğer bir kimse tek başına saldırdığında bunlardan biri hâsıl olmayacaksa bu durumda böyle bir şeye girişmesi caiz değildir. Aksi takdirde şu ayetin çerçevesine gireceği kabul edilir. "Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın ve hep güzel davranın. Çünkü Allah güzel hareket edenleri sever.8 (Bakara sûresi, 2/195) Nitekim, sahabeden bir cemaat Uhud gününde Allah Resûlü'nün önünde bunu yapmış ve Efendimiz'in övgüsüne mazhar olmuşlardır. Fıkıh kitaplarındaki bu meseleyi bir kimsenin üzerine bombalar bağlayarak gidip sivil hedefler içinde, masum insanlar arasında intihar eylemi yapmasına mesned göstermek doğru değildir. Her şeyden önce bu mesele savaş hâli ve askerî hedeflerle ilgilidir. İntihar saldırıları ise sivil ve masum insanlara yöneliktir. İkisi tamamen birbirinden farklıdır.

İntihar eylemlerine mesned gösterilmek istenen delillerden biri de fıkıh kitaplarında yer alan "teterrüs" yani düşmanın, elindeki esir Müslüman kadın ve çocukları kendisine siper olarak kullandığında mümkün mertebe bu insanları hedef almaksızın, Müslümanların oralara saldırıda bulunmasına cevaz verilmesidir.9

Bunu biraz açıklamak gerekmektedir. Şöyle ki: Düşman ordusu, Müslüman erkek, kadın ve çocukları kendilerine siper yaparak Müslümanlara karşı savaşıyor ve Müslümanların da bu siperlere saldırmadan savaşı kazanması mümkün değilse bu durumda düşman askerleri hedeflenmek şartıyla bu siperlere de atış yapılabilir. Eğer saldırıldığında Müslümanların zafer kazanması söz konusu değilse bu caiz değildir. Bu açıdan intihar eylemlerine bakıldığında ne askeri hedeflere yapılan bir saldırı ne oralarda Müslümanların siper edilmesi ne de karşı tarafa zarar verip mağlup etme söz konusudur. Aksine çarşıda pazarda günlük işleriyle meşgul olan masum insanlar hunharca katledilmektedir. Üstelik böyle bir hareket daha çok masum Müslüman'ın öldürülmesine zemin hazırlamaktadır. Dolayısıyla "teterrüs" kaidesi, sivil ve masum -savaş ile ilgisi olmayan- insanların bulunduğu yerde bomba ile intihar eylemi yapmaya kesinlikle delil olamaz. Tam tersine böyle bir saldırı "haksız yere bir insanı öldürmeyi, bütün insanlara karşı cinayet işleme" (Mâide sûresi, 5/32) çerçevesine girer.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://mucrim.eniyiforum.org
 
İntihar Saldırıları ve İslâm - 1
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İntihar Saldırıları ve İslâm - 2
» Sigaranın Hükmü ve Tedrîcî İntihar
» Elmalı Hamdi Yazır, intihar eylemlerine onay vermiş midir?
» İslâm Deccalını Gördüm
» İslâm'ın Kıymetini Bilelim!

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
MücriM :: Mânâ :: İlmihal-
Buraya geçin: